Ben Beste, iki aylık dil eğitimi programımın ikinci haftasındayım. CES Oxford dil okulu şehir merkezine 9 km. uzaklıktaki Wheatley kasabasında, kaldığım ev de okuluma üç dakikalık bir yürüme mesafesinde. Şehir merkezinde olmamayı yerel halkın tamamen İngiliz olması sebebiyle bir avantaj olarak görüyorum. Öte yandan zaten şehir merkezine ulaşım çok kolay, ne zaman istersek bir otobüsle 20 dakikada ulaşabiliyoruz, hatta bunu hemen hemen her gün rahatlıkla yapıyoruz.
İstanbul’da bir başka semte giderken bile kaybolmaktan korkarken, uçaktan indiğim an itibariyle dilini dahi rahatlıkla konuşamadığım bir ülkede, yalnızca koskoca bir valiz ve elimdeki kağıda yazılı bir adresle beraber yalnız başıma olmak, çılgınlıktı doğrusu! Hatta iki ay boyunca burada yaşayacak olmak… Ailecek yurt dışına tatile gitmeye benzemiyordu. Mutlu, meraklı ve heyecanlıydım, fakat bir o kadar da tedirgin ve hüzünlü; doğrusu bütün bu hissiyatlarımdan memnundum. Çünkü bu süreci anlamlı kılan da bu duygulardı aslında. İki ayın geçtiğini ve bütün bu süreci başarıyla bitirdiğimi hayal edince kendime olan inancım artıyor, geleceğimle ilgili karar alırken bile daha cesur davranıyordum artık.
Yola İngilizce öğrenmeye diye çıkıyorken buraya geldikten sonra İngilizce öğrenmek iki aylık serüvenin yalnızca bir parçası haline geliyor; bana kalırsa ana fikir “keşfetmek”. Çaylarından tutun esprilerine kadar, her an keşfedilecek yeni bir stil var ve bu durumu bir süre sonra normal karşılamaya başlıyorsunuz, kendinizi onlar gibi yaşarken buluyorsunuz ve bu size başarının ilk sinyallerini veriyor, bence tarif edilemez bir mutluluk.
Elbette bütün bunlar benim kişisel duygularım, sürece bakış açımla ilgili. Daha somut konuşmak gerekirse şayet; 3 Nisan Pazar günü Sabiha Gökçen’den Londra Heatrow Havaalanı’na uçtum. Oradaki görevlilere sora sora otobüs bileti alacağım yeri buldum ve Oxford’a tek yön bir otobüs bileti aldım. Otobüsle son durağa, şehir merkezine kadar gidip oradan bir taksi buldum. Elimdeki adresi gösterdim ve taksi beni eve kadar bıraktı. Kaldığım ev çok sevimli, iki katlı müstakil bir ev. Ev sahibim yaşlı ve çok iyi kalpli bir hanımefendi. Aynı zamanda çok iyi bir ev sahibi, beni çok iyi ağırlıyor. Çok lezzetli yemekler hazırlıyor ve yemek süresince benimle sohbet ediyor.
Ertesi gün ev sahibimle okula gittik. CES Oxford dil okulu çalışanları ve bazı öğrencilerle tanıştım. Bana okulu gezdirip seviyemi test etmek için sözlü ve yazılı sınavlar yapıp beni sınıfıma yerleştirdiler. Okulda çok pozitif bir enerji var, insan ilk andan itibaren kendini ait hissetmeye başlıyor. Ofis çalışanları ; Mariah, Isac ve Peter çok güler yüzlü ve misafirperver. Her türlü sorumu çekinmeden sorabiliyorum. Okul, haftanın çoğu günü bir aktivite düzenliyor; film gecesi, Meksika, Türk, Çin yemeği geceleri, jazz konserleri, Londra, Lambridge gezileri sıklıkla düzenlenenlerden yalnızca birkaçı. Akşamları genellikle okulun yanındaki pubda birer bira içiyor veya okulda buluşup film izliyoruz. Bütün bu aktiviteler arkadaş edinme sürecimizi hızlandırıyor.
İlk iki üç günde dersleri anlamak birazcık zor gelse de kısa bir süre sonra kulağınız İngiliz aksanına alışıyor ve iletişim kurmak gün geçtikçe kolaylaşıyor. Öyle ki ben artık kendi kafamın içinde ister istemez İngilizce düşünüyorum, hatta bir seferinde uyku sersemiyken bir Türk tanıdığıma İngilizce mesaj attığım bile oldu, sanırım bu öğrenmeye başlıyorum demek J
Kahvaltı ve akşam yemeklerinde eğer arkadaşlarımla başka bir plan yapmamışsam evde oluyorum. Öğle yemeklerini ise genellikle CES Oxford ‘un mutfağında arkadaşlarımla beraber pişirip yiyoruz. Öğle yemekleri farklı kültürleri tanımak ve birbirimizle kaynaşmak için çok faydalı oluyor. Benim akşamüstü dersim olmadığı için bazen benim gibi dersi olmayan arkadaşlarımla şehir merkezine gidiyorum ya da evde kitap okuyor, ödevlerimi yapıyor ve dinleniyorum.
Burada geçiriyor olduğum iki ay hayatımın en unutulmaz dönemlerinden biri. Huzurlu bir hayat yaşıyor ve çok özel tecrübeler ediniyorum. Daha ikinci haftamda olmama rağmen buraya alıştım bile. Eğlenirken, gezerken, keşfederken farkında olmadan İngilizce öğreniyorum. Benimkine benzer bir yurt dışı dil eğitimi programına katılacaksanız eğer size tavsiyem, ideal bir kıvamda heyecan, endişe ve merak hissetmeyi ihmal etmeyin; bu duygular size “farklı” bir şeyler yaptığınızı hissettirecek. Öte yandan da gereksiz miktarda tedirginlikler ve korkular içine girmeyin. İnanın her şey kulağa geldiğinden daha basit, günler su gibi akıp geçeçek ve tüm “acaba”larınızın yerini “iyi ki”ler alacak.